Muhammed Nur Doğan; Fatih
Divanı ve Şerhi (Metin, Nesre Çeviri ve Şerh), Eminönü Belediyesi Kültür
Yayınları, İstanbul 2004, 260s.+orijinal metin.
Fatih Sultan Mehmet, Osmanlı
padişahları içinde çeşitli yönleriyle öne çıkan büyük bir hükümdardır. Sadece siyasî
ve askerî bir deha değil, aynı zamanda bilim ve sanat adamlarını himaye eden
bir devlet adamıdır. Öte yandan kendisi de âlim ve sanatkar bir padişahtır.
Zamanının bilim adamları ile sanatçılarını fırsat buldukça huzuruna çağırdığı,
hususî sohbet meclisleri tertip edip çeşitli konuları tartışmaktan büyük zevk
aldığı bilinmektedir. Başta Arapça ve Farsça olmak üzere aralarında Rumca ve
Sırpça’nın da bulunduğu yedi dile okuyup yazacak derecede vakıf olan Fatih,
tıpkı babası II. Murat gibi şairdir ve Avnî mahlasını kullanmıştır. Şiirlerinde
aşkı, dinî ve mistik düşünüşleri, felsefî anlayışları, toplumsal ve ahlakî
değer yargılarını, destansı söylenceleri, kısacası doğunun derin kültürünü
estetik bir söyleyişle, zengin hayalleri ve etkili ifade kudretiyle dile
getirmiştir.

Fatih (Avnî) Divanı,
Fatih’in ve ölümsüz askerlerinin ebediyen Türk şehri olmak üzere fethettiği
İstanbul’un fethinin 551. yıldönümüne armağan olmak üzere Mayıs ayı içerisinde
yeniden yayımlandı. Eser, iki açıdan orijinal bir çalışmadır. Öncelikle sadece
metnin okunuşu ile yetinilmemiş, tüm şiirler beyit beyit nesre çevrilip şerh
edilmiştir. Ayrıca diğer yayımlardan farklı olarak nazire ve şiir mecmuaları
taranmış, divan nüshasında bulunmayan şiirler de esere dahil edilmiştir. Şu
halde çalışmada yetmiş iki gazel, üç kıta, iki manzume, altı beyit ve bir de
mısra bulunmaktadır. Baş tarafta Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er’in kaleme
aldığı “Takdim” (s. 7) ile yazarın “Önsöz”ü (s. 9) yer alır. Ardından divanın
metni, nesre çevirisi ve şerhi birlikte yer alır (s. 13 vd.). Önce gazel
yazılmış, ardından sıra ile beyitler nesre çevrilip şerh edilmiştir. Beyitlerin
büyük çoğunluğu şerh edilmiş, aynı anlamı taşıyan veya açıklamaya gerek
görülmeyen beyitler ise sadece nesre çevrilmiştir. Böylece tekrara düşülmemiş,
tekellüfe meydan verilmemiştir. Çalışmanın sonunda “Kaynakça” (s. 253), “Metne
Ait Dipnotlar” (s. 254), “Nesre Çeviri ve Şerhe Ait Dipnotlar” (s. 257) ve
“Karma İndeks” (s. 258) yer almaktadır. En sona, divanın yegane nüshası olup
Ali Emirî Efendi tarafından bulunarak ilim âlemine kazandırılan ve Millet
Kütüphanesi, Yazma Manzum Eserler kısmı, 305 numarada kayıtlı yazmanın
fotokopisi konulmuştur.
“Önsöz”de Prof. Dr. Muhammed
Nur Doğan, Fatih Sultan Mehmet ve divanı hakkında kısaca bilgi verir. Ardından
divanın bugüne kadar yapılmış yayımlarını tanıtır ve değerlendirmelerde
bulunur. İlk olarak Ali Emirî Efendi, bulmuş olduğu yazma nüshayı iki kez
istinsah etmiş ve bu yazmayı ilim âlemine tanıtmıştır. İkincisi, İstanbul’un
fethinin 500. yılı münasebetiyle Saffet Sıtkı (Bilmen)’in hazırladığı ve
1944’de basılan Fatih Divanı’dır. Prof. Dr. Doğan, bu yayının bilimsel
bir çalışma olmadığını, beyitlerle ilgili herhangi bir açıklamaya yer
vermediğini ve birçok terkip, okuma, yazım ve değerlendirme hatası taşıdığını
söyler. Üçüncü çalışma, yine fethin 500. yılı münasebetiyle Kemal Edip Ünsel
tarafından hazırlanan Fatih’in Şiirleri adlı kitaptır (TTK Yayınları,
Ankara 1946). Transkripsiyonlu bir neşir olan bu eser, yukarıda zikredilen
nüshaya dayanmakla kalmaz, dışarıdan on tane şiir ilavesiyle seksen yedi şiiri
ihtiva eder. Eserde, Ali Emirî nüshasının faksimilesi de yer alır. Divan
neşirleri içinde en bilimseli olduğunu söyleyen M. Nur Doğan, yine de az sayıda
bazı okuma, terkip ve değerlendirme hataları bulunduğunu söylemektedir.
Ünsel’in bu az sayıdaki hataları, sonraki araştırıcılar tarafından yeni
hatalarla birlikte devam ettirilmiş olduğundan bunlara, metnin dipnot ve
izahlarında işaret edilmiş, doğru okunuşları verilmeye çalışılmıştır. Avnî’nin şiirleriyle
ilgili dördüncü çalışma, Ahmet Aymutlu’nun 1992 yılında yayımlanan Fatih ve
Şiirleri adlı kitabıdır. Prof. Dr. Doğan, beyitlerin nesre çevirisinin de
bulunduğu bu kitabı da incelemiş ve gerek metinde, gerekse çeviride pek çok
hatanın varolduğunu tespit etmiştir. Beşinci ve son çalışma ise Prof. Dr.
İskender Pala’ya aittir. 2001 yılında yayımlanan bu çalışmada Fatih’i besleyen
kültür zemini, Fatih devrinde dil ve edebiyat, Fatih’in şairleri himayesi ve
bir şair olarak Fatih hakkında bilgiler verilmiştir. Ardından metnin okunuşu,
nesre çevrilişi ve açıklamaları yer almıştır. Prof. Dr. M. Nur Doğan, bütün bu
çalışmaları çeşitli açılardan değerlendirir ve eksik yönleri olduğu sonucuna
varır. Yazara göre, işte bütün bu eksikliklerden ve diğer divan şairlerimiz
gibi Fatih’in şiirlerinin de bütün incelikleriyle anlaşılamamış olmasından,
hatta hakkında tarihî gerçeklerle bağdaşmayan söylemler geliştirilmesinden
dolayı Avnî’nin şiirlerinin, şairlik yönünün yeniden ve daha büyük bir dikkat
ve özenle okuyucuya sunulması gereği ortaya çıkmıştır. Bizce bu, büyük
imparatora karşı ödenmesi zarurî bir borçtur.
Yazar, divandan hareketle
Fatih’in şiirlerini, duygu ve düşünce bakımından oldukça gelişmiş, yüksek bilgi
ve kültür unsurları içeren, söz ustası olduğunu belgeleyen, hem mecazî aşkı
dillendiren, hem de mistik yaşantının öğelerini barındıran, edebî sanatlar
bakımından zengin ve sanatkar bir kişiliğin en samimi akislerini taşıyan
eserler olarak değerlendirir. Bu açıdan bakılınca, Fatih Sultan Mehmet’in hükümdarlık
şahsiyetinin arka planı daha açık görülür.
Güçlü şair, şiirinde asla bir
anlamla yetinmez. Kelimeleri, bir kuyumcu titizliğiyle işler. Çoğu zaman
kelime, terkip veya deyimleri birden fazla anlama gelecek şekilde kullanır. Avnî
Divanı’nda bunun pek çok örneğini bulabiliriz. Mesela, altıncı gazelin
ikinci beytindeki “âşnâ”, onuncu gazelin beşinci beytinde geçen “yana geçmek”,
otuz dokuzuncu gazelin üçüncü beytinde geçen “hevâ” ve kırk beşinci gazelin
ikinci beytinde geçen “devr” kelimeleri Prof. Dr. Doğan’ın işaret ettiklerinden
bazılarıdır. Yine altmış dördüncü gazelin beşinci beytindeki “Hıtâ” ve “hatâ”
kelimeleriyle onuncu gazelin ikinci beytinde geçen “yüz” ve “söğmek”
kelimelerinin özellikle birlikte kullanıldığı belirtilmektedir. Bu örnekleri çoğaltmak
mümkündür.
Avnî, mutasavvıf bir şair
değildir, fakat tasavvuf neşvesine şiirlerinde sıkça yer verir. Kelimelerin
lugat anlamlarının yanı sıra tasavvufî anlamlarını da kastederek zengin bir
düşünüş ortaya koyar. Yazar, divandaki bu tür kullanışları yer geldikçe
göstermiştir. On üçüncü gazelin altıncı beytindeki “fakr” kelimesi ile otuz
beşinci gazelin beşinci beytinde yer alan “fenâ” kavramı bunlardan sadece
ikisidir.
Muhammed Nur Doğan, şerh
tekniği açısından çok önemli olduğuna inandığımız bir noktayı da ihmal
etmemiştir. Bir beyti açıklarken, divan içerisinde benzer mana veya mazmunların
geçtiği bir başka beyit ya da beyitlere işaret ederek okuyucuyu yönlendirmiş,
şairin ifadesini örneklendirmiştir. Öte yandan yine Avnî’nin konu ile ilgili
beyitlerini yeri geldikçe zikretmiş;
Şeyh Galip, Fuzûlî, Necâtî, Bâkî, Nevî, Erzurumlu Hâzık, Hayâlî,
Gelibolulu Mustafa Âlî, Karamanlı Nizâmî, Lâmiî, Ahmet Paşa, Zâtî, Mostarlı
Ziyâî, Tacizâde Cafer Çelebi, Hayretî, Mihrî, Rahmî ve Enverî gibi şairlerin
beyitlerini alarak açıklamalarını zenginleştirmiştir.
Eserde dipnot şeklinde verilen
açıklamalarda sadece önceki yayımlarda yapılan hatalar gösterilmiş değildir.
Konuyla ilgili kaynaklar belirtilmiş, orijinal yazmada yanlış yazılan kelimeler
tashih edilmiş, divanda ve mecmualarda yer alan gazellerin yerleri
belirtilmiştir. Zaten Prof. Dr. Muhammet Nur Doğan’ın Leyla ve Mecnûn
(YKY, İstanbul 2000) ve Hüsn ü Aşk (Ötüken Yayınları, İstanbul 2003)
gibi çalışmaları notlandırarak açıklama ihtiva eden eserler olarak karşımıza
çıkar.
Son yıllarda divan neşirlerinde
yazma nüshanın tıpkıbasımına yer verilmesi sevindiricidir. Bu çalışmada da Avnî
Divanı’nın tek nüshası olan Ali Emirî nüshasının tıpkı basımı en sona
konulmuştur. Böylece okuyucuya mukayese etme fırsatı verilmiş, daha eleştirel
bir okuma imkanı sunulmuştur.
Büyük fethin 551. yılına bir
armağan olarak yayımlanan Fatih (Avnî) Divanı ve Şerhi, şüphesiz önemli
bir boşluğu doldurmaktadır. Türk kültür tarihi içindeki bu mühim eser ve şerhi,
salt bir divan neşrinden ibaret olmayıp kültürel mirasımızın ve devlet
geleneğimizin arka planına da ışık tutan bir çalışma olması sebebiyle ayrıca
önem taşımaktadır. Bu nedenle, içeriğine uygun olarak kuşe kağıda, bez ciltli
olarak basılan eserde emeği geçenler muhakkak ki her türlü takdirin
üstündedir.